biz ne zaman içsek
köfte geç gelir
ve oturur muhabbetin terkisine
çıplak bir efkar sözcüğü
biz ne zaman içsek
sabah akar meycinin cebine
günde kaç kez öpüşür ki
akrep ile yelkovan
biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında
dışımızda bronz bir
akşam sözcüğü
çırıl bir
efkar sözcüğü
eften püften bir kar beklentisi
delikanlı kıvamında
sevda değilse de
tabansız sevişmelerdeki
el değmemiş pişmanlık
biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında
bu Alkol ikindisi şiirde
şimdi burada
açılsaydın
adımın baş harfi gibi
belki ağustos kokardı ağustos
sen...
fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
senine boyuna sevilmiş sen
yalanı sevdasından büyük sen
bir bil sen!
biz ne zaman içsek
seni düşünüyoruz
genzimizde göl göz
yaşları...
biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında..............
dışımızda bronz bir İzmir akşamı!
ağustos 1995 İzmir
sistem mesajı: İlgili mesaj birleştirildi. birleştirilen mesaj İlk mesajdan 41 saniye sonra yollandı..:
aŞk hayati
sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı, canın teni yakmasıydı,
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasaydı...
"bir insanı sevmekle başlıyordu her şey"
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu!
mayıs 96 kuzguncuk
sistem mesajı: İlgili mesaj birleştirildi. birleştirilen mesaj İlk mesajdan 52 saniye sonra yollandı..:
beyoĞlu'ndan
dolmabahÇe'ye taŞinan bİr
aralik akŞami
sus pus olmuş, puslu bir İstanbul muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
dolmabahçe'de, çay tadında....
divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında....
sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime.. yalan! sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...
kadın, beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu.. adam da.. yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı aralık akşamlarında... parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam.. kadının yüzünde
bir hüzün... hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti..
.. soğuğun ve karanlığın vehameti!
hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış.. İlk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler,
yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... hepsi daraltılmış.. yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!
bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken.. beni sevda yerimden vurdu yine
zaman.. Şimdi sana söylenecek tek cümle:
bende sana yetecek kadar ben kalmadı...
sistem mesajı: İlgili mesaj birleştirildi. birleştirilen mesaj İlk mesajdan 54 saniye sonra yollandı..:
(adımın çapraz yazılması kimin
umrunda..
denize düşen yılana öykünür
biraz da...)
bir aralık sızıverdin işte
ömrümüzün en gevrek zamanı...
çıt diyor kırılıyoruz,
öfke kadar saydamız o zamanlar
ve kırılgan
bıçak kadar!
kızım demeyi öğrettiğin için
o tanrısal kokun
ve gülüşündeki baban için
ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
yarım yamalak aşk kırıntıları
tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
haritası,
hatta el değmemiş delilikler istiyorduk..
çocuktuk daha
büyümeye direniyorduk,
iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk
ama sızıverdin işte...
bir avuç yeşil gevrek rokaydık,
mayışmamıza bir limon yetecekti..
biz garsonu bekliyorduk,
sen çıkageldin...
habersiz geldin, kusura bakma
ortalık biraz dağınıktı...
şimdi hemen toparlarız sanıyorduk,
olmamıştık daha...
işin zor kızım,
hem büyüyecek
hem bizi büyüteceksin..
baban mı var, derdin var kızım..
hoşgeldin kızım,
içimin gülen yüzü, hoşgeldin...
mart 1996 kuzguncuk
Şsİz Şİİr
bu imkansızlıklar
bu yaralar
hepsi,
hepsi insan işi
sevda diye bağıran yüzün,
bir kitabın en sır satırını
okuyan sesin,
beni bana düşman eden,
ağlamaklı gecelerimin
tek temsilcisi
ve hiçbir yerde şubesi
olmayan yüzün
yani baştan ayağa sen...
bu bakışlar
bu bakır tadı
hepsi,
hepsi insan işi
ve insanın insana ettiği
en yalan yemin: aşk!
hepsi,
hepsi insan işi...
mart 1994
sistem mesajı: İlgili mesaj birleştirildi. birleştirilen mesaj İlk mesajdan 50 saniye sonra yollandı..:
yaŞayabİlme İhtİmalİ . . .
sanem'e
soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...
ben seninle bir gün veyselkarani'de haşlama
yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
(ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o
zaman) özlemeye başladım herkesi.. ve bu hasret öyle
uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım
sonra..
bizim kemalettin tuğcu'larımız vardı...
bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık..
ben doktor
oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu,
pütürlü duvarlara ve türk dil kurumu'na inat bir
türkçeyle... ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden
orak çekiç figürleri türetmeyi..
ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu
haber bültenleri..
oysa ankara'da hiç sevişmedim ben.
disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
(sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik
dikenleri saymazsak..)
ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu.. ve belli bir
saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber
bültenleri.. oysa hiç kurşun yaram olmadı benim..
ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım..
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm
sadece..
sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama
sen yoktun.. ben, senin beni sevebilme ihtimalini
seviyordum, suni teneffüs saatlerinde.. okul servisi
seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine
götürüyordu.. ben, senin benimle tunalı hilmi
caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum..
ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır
gevrekliğini.. sonra otobüs oluyordum,
kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü..
ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum muş
ovasının yalancı maviliğini.. otobüs oluyordum bir
süre.. yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum,
yanağım otobüs camının garantisinde..
otobüs oluyordum.. bir ülkeden bir iç ülkeye..
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...
zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın
listesinin.. korkuyordum..sonra iniyordum otobüsten..
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün
en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu
koşuyordum.. Çünkü sonunda annem oluyordum babam
kokuyordum sonunda...
soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim,
çocuk olmaktan..
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...
ben seninle birgün van'daki bir kahvaltı salonunda...
ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği)
bir yol üstü lokantasında...
ben seninle, ağrı dağına mistik ve demli bir çay
kıvamında bakan doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak
damında..
ben seninle herhangi bir insan elinin terli
coğrafyasında olma ihtimalini sevdim..
Bensadece yılmaz erdoğanın filmlerini ve espirilerini severim iyiy bi oyuncudur
_________________ gözleri kanl? çekmi? cigaray?
yürüyor sokaklarda bir delikanl?
bak??lar? masum ama belal?
hayata küsmü? ama sevgisine sevdal?
çünkü o bir bafral?
Kayıt: Dec 02, 2005 Mesajlar: 1453 Nereden: diyarbakir/istanbul
Tarih: 20-Mar-2006 / 01:55 Mesaj konusu:
yılmaz erdoğanın öğrencilik yıllarında aynı evi paylaştığı arkadaşlarından biri sıkı müslümcüymüş.yılmaz erdoğan da müslüm babayı takdir eder.
onun dışında asimile olduğu için SEVMİYORUM...
_________________ Yatmam çakal yata??nda
Vars?n aslan yesin beni...
_________________ Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da
Ancak; birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir.
Önemli olan nereye nasıl geldiğinizdir.
_________________ Yar dediğin kadir kıymet bilmeli
Sevildiği kadar o da sevmeli
Bir sebep olmalı bir de nedeni
Ne diye arayıp sorayım seni
ne diye bağlanıp seveyim seni
MUHİTTİN SEÇEN NE DİYE ARAYIP